ALEViLER : BiZiM DiNiMiZ
Sünni Kaynağıyla ıspatlar > > >
__________________ANKA TURKHz Peygamber'den S.T.A.A.V sonra yerine geçip ümmete yol gösterip dinin inceliklerini ilmini amel inceliklerini öğretecek VELi REHBER ALi K.V'dir
4 Halife Dönemi diye bir dönem YOKTUR
KURAN AYETiYLE TEK REHBER'in iMAM ALi K.v olduğu ıspatlıdır
______________
Bismillahirahmanirahim
55. Sizin gönül dostunuz Allah'tır, O'nun resulüdür, bir de rükû eder bir halde namazı kılıp zekâtı vererek iman edenlerdir.
56. Allah'ı, O'nun resulünü ve iman edenleri dost edinen/Allah'tan, O'nun resulünden ve iman edenlerden yüz çeviren bilsin ki, galip gelecek olanlar Allah'ın taraftarlarıdır.
57. Ey iman edenler! Sizden önce kitap verilenlerden ve küfre sapanlardan, dininizi oyun ve eğlence edinenleri dost tutmayın. Eğer inanıyorsanız Allah'tan sakının.
56. Allah'ı, O'nun resulünü ve iman edenleri dost edinen/Allah'tan, O'nun resulünden ve iman edenlerden yüz çeviren bilsin ki, galip gelecek olanlar Allah'ın taraftarlarıdır.
57. Ey iman edenler! Sizden önce kitap verilenlerden ve küfre sapanlardan, dininizi oyun ve eğlence edinenleri dost tutmayın. Eğer inanıyorsanız Allah'tan sakının.
Hz. Peygamber (s.a.): "Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Rasûlü'dür ve iman etmiş olanlardır." âyetini tilâvet buyurdu. (Vahidî, Esbâbu'n-Nüzûl, s. 137.)
Bunun üzerine Abdullah ibn Selâm: "Dost olarak Allah, Rasûlü ve mü'minlerden elbette razıyız." Demiştir. (Kurtubî, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an, VI, 143.)
3. Suddî'den âyet-i kerimedeki "rükû etmiş haldeyken zekât veren mü'minlerdir." kısmı ile örtüştüğü için âyetin, Hz. Ali hakkında nazil olduğu; Rükû halindeyken yanına gelip de sadaka isteyen bir fakire, parmağmdaki yüzüğü almasını işaret ettiği ve rükû halinde bile tasaddukta bulunduğu rivayet edilmekteyse de (Taberî, Câmiu'l-Beyân, VI,186.) bu, bu vasıf bütün mü'minlerin vasfı olmakla birlikte Hz. Ali'nin de evleviyyetle âyet-i kerimenin hükmüne dahil olduğu şeklinde anlaşılmalıdır.
Sünni Kaynakta ki yorumda;
Her mümin için geçerlidir diyor HZ ALi için inmiş olup onu işaret etmesinin sebebi bu olayı YANi RUKÜ HALiNDEYKEN DiLENCiYE SADAKA verdiği için bu ilk Hz ALİ'de meydana geldiği için Hz ALi için inmiştir deniyor.
ASLINDA HER MüMiN iÇiN GEÇERLiDiR KISMI Kişi ya da kişilerin kendi yorumları ya da ZANLARIDIR.
ÇüNKÜ Namaz kılarken rukü halinde sadaka veren olmamıştır.Birileri özellikle böyle bir senaryo icad edip gerçekleştirirse oda onların kendi aralarındaki tiyatrosu olup ALLAH ile kendi aralarındaki hesaptır.Hiçbir mümini bağlamaz.
___________________Devam>>>
Ebu Zerr'den rivayet ediliyor ki o şöyle anlatmış: Bir gün Allah'ın Rasûlü (s.a.) ile birlikte öğle namazı kıldık. Mescide bir dilenci geldi ve oradakilerden sadaka istedi, fakat kimse sadaka vermedi.
Dilenci ellerini göğe kaldırdı ve: "Ey Allahım, ben şehadet ederim ki Rasûlullah (s.a.)'ın mescidinde sadaka istedim ama kimse bana bir sadaka vermedi." dedi.
Hz. Ali o sırada rükûda idi. O dilenciye sağ elinin küçük parmağmdaki yüzüğü işaret etti. Dilenci de gelip onun parmağındaki yüzüğü aldı.
Hz. Ali'nin işaretini ve dilencinin yüzüğünü alıp gidişini Rasûl-i Ekrem (s.a.) de gördü ve: "Ey Allahım, kardeşim Musa senden istedi ve: "Rabbim göğsüme inşirah ver, işimde bana bir ortak ver. Kardeşim Harun'la beni kuvvetlendir..." dedi de onun hakkında vahiy indirildi "Senin pazunu kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve ikinize hükümranlık vereceğiz." buyruldu. Ey Allahım, ben de senin peygamberin, safiyyin Muhammedim. Benim sadrıma da inşirah ver, işimi kolaylaştır, Ailemden bana bir vezir ver, Ali'yi; onunla benim sırtımı güçlendir." diye dua etti.
Ebu Zerr der ki: Allah'a yemin olsun, Allah'ın Rasûlü (s.a.) daha duasını bitirmemişti ki Cibrîl geldi ve: Ey Muhammed oku:
"Sizin dostunuz yalnız ve yalnız Allah, O'nun Rasûlü ve namaz kılan, rükû etmiş haldeyken zekât veren mü'minlerdir..." dedi. (Râzî, Mefâtîhu'i-Ğayb, Tahran tarihsiz, XI, 26.)
Hz. Ali de diğer bütün mü'minler gibi tasaddukta bulunmayı severdi ve bu âyet-i kerimenin hükmüne evleviyyetle dahildir. Ebu Zerr'den gelen bu rivayet sebebi hususileştirmekle birlikte âyetin, umumu üzere bütün mü'minler hakkında genel olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır.
(bk. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/319-320.)
(bk. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/319-320.)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Sorularla İslamiyet
ANKA
TURK
irfan ASLAN
Alevilik İslam dışıdır” kabulü içinde olan yurttaşlarımızın oranı dün marjinal denebilecek düzeydeyken, bugün sayının oldukça boyutlandığı, özellikle gençlerin bu kabule daha yakın durdukları görülmektedir. Kamu otoritesinin bu gelişmeyi, “bunlar, yurtdışında yaşayan, oradan beslenen bir avuç Alevi diasporasıdır” biçiminde tanımlaması eğer hainane bir saptırma değilse, adice bir tuzak olduğunu söylemek zorundayım.
Burada, gençlerimizin ve önemli sayıdaki orta kuşak Alevinin bu kabule yakın durmalarının, ‘iyi ya da kötü bir gelişme’ olup-olmamasını başka bir yazı konusuna bırakarak, devlete ve yürütmeye egemen hale gelen AKP’nin Aleviliğe dair tutumunu irdelemek ve muhtemel sonuçlarına dikkat çekmek istiyorum.
AKP’nin Alevi düşmanlığı üzerine kurulu politikasını satırbaşlarıyla şöyle özetleyebiliriz: Alevi dünyasında olup bitenleri gözlemek ve gelişmelere göre politika saptamak üzere, Diyanet bünyesinde “Strateji Geliştirme Başkanlığı” adı altında bir daire ihdas etti. Başkanlığına “Alevi Çalıştaylarının” tamamını koordine eden ve Alevi örgütlü yapısının çapını-niteliğini, ilgililerini yakından gözleme imkânı bulan Dr. Necdet Subaşı’yı getirdi ve operasyonlara başladı.
Devlet bu dairenin önerileri doğrultusunda Alevi dedelerini Hac’a götürüyor. “Kaleyi içten fethetmek” üzere hükümete yakın paralel-çakma Alevi örgütleri kurduruyor. Çeşitli imkânlar sağlayarak içimizde çelişki-tartışma yaratıyor. Alevi gençlerini işsiz bırakarak cezalandırıyor. Şiddete yönlendirmek, baskı, zulüm ve katliamlarına meşruiyet kazandırmak istiyor. Bu amaçlarla Erdoğan, Diyanet Strateji Dairesinde olgunlaştırılıp önerilen, kapalı ortamlardan meydanlara taşınan Alevi nefretinin önderliğini yapıyor.
NE İSTİYORUZ?
Genel taleplerimiz arasında, “kaldırılmasını”; en azından muaf tutulmamızı istediğimiz “zorunlu Sünnicilik derslerini”, laik devlet ilkelerine aykırı olan Diyanetin tasfiye edilmesini, cemevlerimizin ibadethane statüsünü ve daha birçok örneği sayabiliriz. Kamu otoritesinin bu makul taleplerimize kulak vermek yerine, “ya benim gibi ol, ya da yok ol” türünden yaklaşımlarını ise hem görüyor, hem de yaşıyoruz.
Aleviye göre din, yaradana ve yaradılana karşı, uhrevi-itikadı ve kişisel sorumluluk demektir. Alevinin din tasavvuruyla, İslami uygulamalar arasındaki uçurum, Alevi bireyi iki kabulü birbiriyle kıyaslamaya sevk ediyor. İslam dininin, dünyevi gereksinim adına ucuzlatılması, insan kıyımını önermesi, alınır-satılır kullanılır, gerektiğinde alay edilir bir meta düzeyine indirgenmesi, kişiye inanca çevreye göre farklı standartlarının olması, Alevileri farklı dünyalara ve mecralara savuruyor ve İslam’dan uzak durmaya zorunlu kılıyor.
Alevilerin İslam’dan uzaklaşmaları için yüzlerce nedenleri var… Ama sanıyorum en temel gerekçeleri; dine yüklenen anlam, Yaradan tasavvuru ve günah-sevap ilişkisine dair büyük farklardır. Aleviler, haram lokma, kul hakkı, hukuk gaspı gibi günah ve ayıpların nasıl olup da affedildiğini, yokmuş gibi davranıldığını, kişinin, cemaatle eşit olarak aynı mekânda ibadet edebildiğini, cemaatin neden itiraz etmediğini anlayamıyorlar.
Alevinin bu yaklaşımının, salt Sünni dünyayla sınırlı olduğu sanılmasın, aynı durum Şii dünyası ve demokrasiyi-laikliği yadsıyan bütün inançlar için de geçerlidir. Örneğin kendilerini görünür alanda, dindar-dürüst gibi pazarlayan kişilerin, özel muhabbetlerinde dinle alay etmelerini, din üzerinden hırsızlık yapmalarını ve yine dini kullanarak aklanmalarını hayretle izliyor, anlamakta büyük güçlük yaşıyorlar.
Gerçekten nasıl oluyor da ülkenin en şaibeli insanı, inananların en hayranlık duyulan önderi olabiliyor? Alevinin anlayamadığı, sıdkının sıyrıldığı, giderek uzaklaştığı en temel olgu bu…
Alevinin devlet şiddetine ve “nefretine” hedef olmasının en temel nedeni bu Tanrı kabulüne dikkat çekmesi ve muhalif olmasıdır. Alevinin Tanrı kabulü, kamusal alanların neredeyse tamamından dışlamasına, KPS Sınavlarında şahit olduğumuz; “nerelisin, Alevi misin, namaz kılar mısın, sure okur musun” gibi sorularla muhatap olmasına, hukukunun gasp edilmesine, işe aşa muhtaç olmasına neden olmakta, bu tavrının faturasını çok ağır ödemektedir.
Devletin, “Alevi nefretini” toplumda yaygınlaştırarak, bu nefret üzerine kıyıcı Selefi Sünni devlet ikame etmek çabasının gerçekleştirilmesi, devletin bekası ve geleceği bakımından tehdittir. Tehdidin niteliği ve kapsamı büyüktür. Salt Aleviler bakımından değil, Sünniler için de öyledir. Devlet, Alevi meselesine Kürt sorunu pratiğinden bakarak, bireyin tercihini ve anasından emdiği süt kadar ak ve temiz olan itikadı kabulünü iade etmek yerine, “nasıl bozarım, mahrum ederim, bölerim, ezerim” gibi faşist eğilimlere yönelmesi, problemlerin tetiklenmesi, ülkeyi istikrarsız hale getirmesi kaçınılmazdır.
Devletin erklerini tek elde toplayan ve diktatör yetkileri kullanan hükümetin ve önderine biatle bağlı olan zevatın dini kabulü, servete ulaşmak yolunda her tülü kıyıcılığı, yolsuzluğu ve hırsızlığı mubah görmektedir. Günümüzde genellikle İslam dünyasında görülen, toplumları açlık-yokluk, eşitsizlik sarmalında inim inim inleten bu dini kabul, hak eylemlerini şiddet ve katliamla bastırmakta, kitle örgütlerine yaşam hakkı tanınmamaktadır. Halka reva görülen zulüm ve acıyı meşrulaştırmak adına, kamu malını çalmanın da “özgürlük” sayılmasına dair dini otoriteden fetvalar alınmaktadır.
SİZİ TANIYORUZ
Sizi elbette tanıyoruz; daha dün Sivas’ta Madımak önündeydiniz… Otele benzin taşıdınız, kibriti siz çaktınız! “Allah-ü Ekber” diyerek siz yaktınız; çığlık çığlığaydınız. Çorum’da Milönü’de, Maraş'ta Yörükselim mahallesindeydiniz… Gazi’de kahveyi kurşunladınız, dedeyi katlettiniz. “Yeter artık ölüyorum” diyen Ali İsmail’e siz kıydınız. Berkin’i siz öldürdünüz! Sizi elbette tanıyoruz… Siz, hem çalan, hem de sureti haktansınız…
Alevi kıyımını devlet politikası olarak benimseyen günümüz Yezid ve Yavuzları unutmasın; bu ayrımcı-bölücü politikalarınızı tarih kaydediyor. Zulümlerinizle ve paranızın ağırlığıyla anılacak, gittiğiniz günden itibaren sizi hayırla yâd edecek bir tek Allahın kulu bile bulunmayacaktır. Hangi politikayı benimserseniz benimseyin, Alevi birey; aklı, modern hukuku ve evrensel etiği bir yana itip, bu İslami kabulü benimsemeyecek, “koyun olup laf dinlemesi” söz konusu olmayacaktır.
Bu kavganın dini değil, tarihin ilk yıllarından beri iyi ile kötü arasında süregelen bir adalet ve özgürlük kavgası olduğunu, kötülerin, dini, kalkan ve soygun silahı gibi kullandıklarını biliyoruz… İçerden biri olarak söylemeliyim ki, kim hangi stratejiyi uygularsa uygulasın, hangi mağduriyetlere neden olursa olsun Aleviler, miraslarına sahip çıkma kararlılığından, onu yaşamak iradesinden, demokrasi ve özgürlük aşkından asla dönmeyeceklerdir.
EĞER İSLAM BUYSA ALEVİLER KABUL ETMEYECEK
Tayip Erdoğan ve şürekâsı Müslüman’sa, AKP’yi yönetenler İslam’sa, “çalmak özgürlükse”, İslam, kendi içinde “öteki” ihdas edip, hakkını, hukukunu gasp etmekse, “lideri Alevidir” gerekçesiyle, Suriye halkı üzerinde sarin gazı kullanıp toplu katliamlar örgütlemekse,
Eğer İslam denilen din buysa,
Biliniz ki, Alevilerin böyle bir dini kabul etmeleri söz konusu bile değildir.
Aşk ile…
Murtaza Demir
Odatv.com