.

.
» » » TÜRK DEVLETi BARIŞ için SUÇ iŞLEMEK ZORUNDA DEDi !!!

KADRi GÜRSEL YAZISINDA 

Neyi ima etti ???





Türk hükümeti ve PKK arasındaki barış sürecinin güvenlik ve silahsızlanma boyutunun her biri bir öncekinden çok daha tayin edici olan üç kritik eşiği vardı: Önce ateşkes, sonra PKK’nın silahlı güçlerinin Türkiye’den çekilmesi ve son olarak PKK’nın tamamen silah bırakması...
 http://www.al-monitor.com/files/live/sites/almonitor/files/contributed/jnt_author_kadr-gursel/Kadri_Gursel_color.jpg?t=thumbnail
 Kadri Gürselin Yazısı
Şu an birinci aşamadayız. En kolay olanı ateşkes, başarılı biçimde devam ediyor.
Daha önce PKK ve Türk devleti arasında birçok kez ateşkes durumu yaşandı ve bunlar da daha ziyade örgütün aldığı eylemsizlik kararlarının devlet tarafından zımnen tanınmasıyla gerçekleşti. Bu dönemler arasında en uzun sürmüş olanı, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 1999’da Türkiye’ye teslim edilmesinden sonra örgütün tek yanlı olarak başlattığı ve 2004’te yine aynı biçimde sona erdirdiği ateşkes idi.
PKK’nın kırsal kesimdeki silahlı unsurlarının Türkiye sınırlarının dışına çıkması aşamasında ise işler daha karmaşık bir hal alırmış gibi görünüyor. En azından dışarıdan bakınca böyle...
Özetlemek gerekirse durum şöyle:

PKK, silahlı güçlerinin Türkiye’yi terk etmesi için “yasal güvence” istiyor. Anlamı şu: Sayılarının birkaç bin olduğu tahmin edilen ve az sayıda da olsa Türkiye’nin Karadeniz bölgesine kadar uzanan geniş bir alana yayılmış gerillalarının silahlarıyla birlikte Türkiye’yi terk etmek üzere bulundukları bölgelerden çıkarak yürüyüşe geçtiklerinde Türk güvenlik güçleri tarafından vurulmayacaklarının yasal garantisinin verilmesi...

PKK güçleri Türkiye’den çıkarak Irak Kürdistanı’nın kuzeydoğusunda Türkiye ve İran sınırlı boyunca uzanan dağlık bölgelerdeki üslere yerleşecekler. Plan bu.

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ise bu PKK’nın yasal güvence talebini reddediyor. Önerdiği alternatif ise PKK’lıların silahlarını Türkiye’de bırakıp, silahsız olarak çıkması...
29 Mart akşamı CNNTürk’teki canlı yayında gazetecilerin sorularını yanıtlarken şunları söyledi: “Giderlerken silahını mağaraya bırakacak veya gömüp öyle gidecek. Sırtında silahla geçiyorsa güvenlik kuvvetleri görünce ne yapacak? Sessiz kalamaz, suç işler. Eli silahlı gidene hukuki teminat verilmez. Buna ne yasa ne de anayasa müsaade etmez”.

Daha önce PKK güçlerinin Türkiye’den silahlarıyla birlikte çıkacakları varsayılıyordu. Türk Başbakanı’nın “silahsız çıksınlar” demesi yeni bir durum oluşturuyor.
PKK’nın askeri hiyerarşisinde Murat Karayılan’dan sonra iki numaralı isim olan Cemil Bayık ise 2 Nisan’da örgüte yakınlığıyla bilinen Fırat Haber Ajansı’na konuşurken Erdoğan’a şu cevabı verdi:
“Yasal zemini hazırlanmadan, bunun tedbirleri alınmadan gerilla geri çekilmez. Çünkü geçmişte bu deneyimi yaşadık. Gerilla geri çekilirken yüzlerce şehit verildi, yaralananlar, esir düşenler oldu. Böyle bir pratik ortada iken kalkıp da geri çekilmenin yasal tedbirleri yoktur bu sadece idari tedbirlerle bu iş başarılabilir demek yanlıştır, tehlikelidir.”

PKK, 1999’da Öcalan Kenya’da ele geçirilip Türkiye’ye teslim edildiğinde de güçlerini Irak’ın kuzeyindeki üslerine çekmişti. Bu yürüyüşler sırasında Türk güvenlik güçleri tarafından birçoğu öldürüldü. Bayık’ın sözlerinden şimdi yine benzer durumların yaşanmasından çekindikleri anlaşılıyor.

Bu uzun söyleşide Bayık’ın, PKK güçlerinin Türkiye’den çekilmesi hususunda bir taraftan yasal güvence talebinde ısrar ederken diğer taraftan Başbakan Erdoğan’ın “çekilmenin silahsız olması” koşuluna cevap niteliğinde hiçbir şey söylememesi dikkat çekici. Bayık’ın neden “silahlarımız yanımızda olmadan çekilmeyiz” demediğini, bunun bir pazarlık marjı oluşturup oluşturmadığını anlamak için biraz daha beklememiz gerekecek.

Bayık, yasal güvence aldıklarında silahsız çekilmeyi değerlendirebileceklerini mi ima etti?
Henüz bilmiyoruz.

PKK’nın siyasi kültürü ve kimliğinde “silah” varoluşsal bir sembolizme sahiptir. Bu durumu bilenler, PKK’nın Kürt sorununun çözümü için talep ettiği hak ve güvenceleri almadan, henüz sürecin başındayken silahlarını bırakarak çekilmesinin onlar açısından ne kadar zor olacağını takdir edebilir.
Kürt hareketinin sembol isimlerinden Leyla Zana 2012’nin ocağında “Silah Kürtlerin sigortasıdır” dediğinde büyük tepki çekmişti ama bir gerçeği ifade ediyordu.
Ancak mesele tabii ki PKK açısından bir güvenlik kaygısından ibaret değil. Hadisenin bir de barış sürecinin doğasıyla ilgili siyasi bir yönü var. Çünkü barış süreci sadece silahsızlanma değil, Kürt sorununa bir siyasi çözümün bulunması ve Türkiye’nin buna paralel olarak değişmesi demek aynı zamanda.

Bayık’ın sözlerini okumaya devam edelim:

“PKK ateşkes yapıyor, geri çekiliyor, boşaltıyor, mesele bitiyor biçiminde ele alınıyor. Oysa mesele bu değil. Ateşkes, gerillanın geri çekilmesi, tamamen Kürt sorununun demokratik siyasal çözümünün bir parçası olarak geliştiriliyor. Buna hizmet ederse bir anlamı olacaktır. Bunun da koşulları var. Bunların koşulları yaratılmadan geri çekilme de öyle olmaz.”

Bugün Türkiye’nin Kürtleriyle ilgili “barış süreci”nin en büyük sorunu “güven”. İki taraf da birbirine güvenmiyor. PKK bu yüzden yasal güvence istiyor; sürece Meclis çatısı altında bir biçimde “yasal” nitelik kazandırılmasını arzuluyor; çünkü siyasi güven unsuru eksik.

Erdoğan açısından ise “barış süreci” sadece “barış süreci” değil, aynı zamanda kendisini arzuladığı başkanlık rejimine de götürecek bir süreç.

Başbakan’ın önünde bu sonbaharda rejim değişikliğini mümkün kılmak açısından muhtemel bir anayasa referandumu ve bunu izleyen iki yıl boyunca üç seçim var.

Milliyetçi ve muhafazakar seçmen tabanı nezdindeki itibarını korumak için Başbakan Erdoğan, Türkiye’ye barışı PKK’ya hiçbir taviz vermeden getirmiş gibi yapmak istiyor.
Normal şartlarda herhangi bir barış sürecinin son aşaması olacak iken “silah bırakma” konusunu hep en başta halletmek istemesi bu yüzden...

Başbakan, hükümet sözcüleri ve iktidar medyası sürekli olarak bu barış sürecinin karşılıklılık esasına göre yürümediğinden bahsediyorlar.

Ancak bu tavır, güven açığını kapatmak şöyle dursun daha da büyütüyor.

Güven açığını azaltmanın bir yolu var: Güven artırıcı önlemlerin hayata geçirilmesi.

Bunların neler olabileceğini Kürt hareketinin sözcüleri bu barış sürecinin öncesinden beri söylüyorlardı. Mesela BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş Eylül 2011’de şunları ifade etmişti:
“Yürünecek barış yolunda temizlik yapmak lazım. Yol mayınlıysa yürünmüyor. Bu yoldaki temizliği de hükümet yapmalı. Nedir bu mayınlar? İfade özgürlüğü ve basın özgürlüğü önündeki engeller, siyasi tutuklamalar, siyasi partiler kanunundaki engeller ve yüzde 10’luk seçim barajı. Hükümet ne bizi ne de PKK’yı ikna edebilir bunları halletmeden. Hükümetin herkese güven veren bir tutum içine girmesi lazım.”

“Siyasi tutuklamalar” derken Demirtaş, 2009-2012 yıllarında terör örgütüne üye oldukları gerekçesiyle tutuklanan 7 bin silahsız Kürt aktivisti ve politikacıyı kastediyor. Bu insanların serbest kalabilmeleri için ise tatmin edici bir yasal hazırlık yok.

Bu güven artırıcı önlemlerin ise Kürt sorununa çözüm için PKK’nın ileri sürdüğü taleplerin karşılanmasıyla bir ilgisi bulunmuyor. Ancak Türkiye’deki demokrasi standartlarının yükseltilmesiyle ilgisi var. Faydası bütün Türkiye yurttaşlarına...
 
Hükümet ise güven vermek, yani bu barış konusunda niyetinin ciddi ve tavrının samimi olduğunu göstermek yerine “siz de silahsız çıkın” demekle yetiniyor.
Oysa bu güven artırıcı önlemler hayata geçirilse, Türkiye’deki otoriter gidiş de Kürt sorununa çözüm süreciyle birlikte tersine çevrilebilir.

AKP hükümeti güven artırıcı önlemler hayata geçirmeye yönelmiyor; PKK’ya silahlı ya da silahsız güvenli çıkış zemini oluşturacak herhangi bir yasal düzenlemeye de haklı gerekçelerle yanaşmıyor.
PKK’yı ise silahsız çıkmaya zorlayan “teslim koşulları” mevcut değil, ne de örgütün ve Kürt bölgesinin siyasi realitesi buna uygun.

Bugün ise Türk Silahlı Kuvvetleri, İstihbarat ve polis güçlerinin tamamı sivil ve seçilmiş hükümetin kontrolü altına girmiş bulunuyor. Şartlar 1999’dan çok farklı.
Türk güvenlik güçlerinin iktidarının sözünü dinlemek dışında seçeneği bulunmuyor.
Başbakan, “Güvenlik güçleri onları eli silahlı görünce ne yapacak? Sessiz kalamaz, suç işler” diyor ya...

Devlet, PKK’ya karşı askeri çözüm uygularken birçok kez suç işledi. Yasadışı infazlar, işkenceler, köy yakmalar...

Devletin bu kez de barış için suç işlemesi gerekiyor.

Geriye kalan tek seçenek, PKK’lılar geçerken güvenlik güçlerinin sırtlarını dönüp onları görmemeleridir.

Büyük ihtimalle böyle olacaktır.

1881-38(*_*)_Bitmeyen^Başlangıç--Unknown

Zamanın yeniliklerine ayak uydurmayı kafirlik sayanların bu ZANNI islamı kafirlere esir etmek istemek değildirde nedir?HER SARIKLIYI HOCA SANMAYIN HOCA OLMAK SARIKLA DEGIL BEYiNLEDiR...M.K.ATATÜRK.
«
Next
Sonraki Kayıt
»
Previous
Önceki Kayıt