.

.
» » » Türkiye Ortadoğu'da hedef küçültüyor



işte, Terorist; El 
Kaideli Harati, 
Başbakanı’ 
öpmüştü.
 İsrail’in bastığı Mavi Marmara gemisinde yaralanan Al Harati nerede bir karşıklık olsa, orada ortaya çıkıyor.



Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, filotilla olayıyla ilgili BM Paneli raporunun The New York Times’a İsrail’in tezlerinin destekler bir açıyla sızdırılmasından bir gün sonraya rastlayan 2 Eylül sabahında Ankara’da, İsrail’le ilişkileri “soğuk savaş” formatına sokan beş maddelik yaptırımlar dizisini açıkladı.

Diplomatik ilişkiler en alt düzeye indirilecek ve tüm askeri anlaşmalar askıya alınacaktı.

Türkiye Doğu Akdeniz’de seyrüsefer güvenliği için her türlü önlemi alacaktı. Türkiye, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukayı tanımıyordu. Filotilla olayının tüm mağdurlarının hak arama girişimlerine her türlü destek verilecekti.

Aynı günün akşamının ilerleyen saatlerinde, sabahki heyecanlı ve sertlik dozu yüksek Davutoğlu açıklamasının aksine, Türk Dışişleri Bakanlığı “bir soru üzerine” yaptığı yazılı açıklamada Türkiye’nin NATO’ya ait balistik füze savunma sisteminin radar unsurunun kendi topraklarına konuşlandırılmasını kabul ettiği bildiriliyordu.

İran’a karşı stratejik bir meydan okuma anlamına gelen bu adım, Türkiye’nin İran’a yönelik olarak izlediği “sıfır sorun” politikasının çökmesi anlamına geliyordu.

Aynı eylül ayında Ankara, Suriye’deki Baas rejimiyle arasındaki bütün köprüleri attı ve bu rejimi devirerek yerine kendisine yakın bir “Müslüman Kardeşler” rejimini getirmek için eyleme geçti.

Yine eylülde Ankara, Kıbrıs’ın kıta sahanlığında hidrokarbon sondajı yapan ve dünya tarafından “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanınan Kıbrıs Rum hükümetini, hücumbot ve firkateynleri bölgeye göndermekle tehdit etti.

2011’in yaz ve sonbaharı, Ankara hükümetinin Kürt hareketine karşı her cephede savaşı tırmandırdığı bir dönemdir. Yüzlerce Kürt aktivistin tutuklanması, PKK lideri Öcalan’ın tecrit edilmesi ve PKK’ya karşı tırmandırılan askeri operasyonlar...

Gerçekten de 2011’in eylül ayı AKP Türkiye’sinin bölgede Sünni İslamcıların büyük güç kazandığı Tunus, Libya ve Mısır gibi “Arap Baharı” ülkeleri ile Sünni monarşiler dışında bütün aktörlerle kavgaya tutuştuğu enteresan bir zaman dilimi olarak kayda geçti.

Geçen haftalara kadar Türkiye, bölgesinde Sünni ve Sünni İslamcı olmayan hemen bütün güç ve aktörlerle çeşitli düzeylerde çatışma içine girmiş bir ülke durumundaydı.
Türkiye’nin kendi Kürtlerinin büyük çoğunlukla Sünni olması, Ankara’nın çatıştığı Kürt ana akım hareketi PKK’nın laiklik yanlısı olduğu gerçeği nedeniyle bir istisna teşkil etmiyordu.

NATO üyesi ve AB üyeliğine aday ülke Türkiye, Suriye’de İslamcı, Sünnici ve hatta Osmanlıcı politikalar izledi ve bunun sonucunda, Ortadoğu’yu bölen Şii-Sünni fay hattının Sünni tarafındaki çatışmacı cephe ülkesi olarak kendi yerini stabilize etti.

Bu cepheleşme tablosu öngörülebilir bir gelecekte pek değişecek gibi durmuyor.

Bilakis, AKP iktidarı bu politikalar üzerinden Türkiye’yi bölgedeki yeni düzenin kurulmasında öncü rol oynayan bir Sünni gücü olarak inşa ediyor.

AKP’nin tercih ettiği bu Osmanlıcı Ortadoğu politikası, Türkiye’yi kendi iç çatışmalarını çoğulcu ve özgürlükçü demokrasisi ve AB perspektifi ile çözmüş ve bölgeye de bu şekilde örnek olmuş modern ve normal bir ülke olarak görmek isteyenlerin tüylerini diken diken edecek nitelikte, acı bir gerçektir.

Türkiye’nin izlediği bu yeni Ortadoğu politikasını değiştirmek şöyle dursun onu güçlendirecek iki önemli değişken vardı...
Türkiye’nin İsrail ve Kürtlerle ilişkileri...
İşte bu iki konuda iki önemli gelişme geçenlerde 2011’in eylül ayında yaşananlara nazire yaparcasına birer gün arayla vuku buldu.

21 Mart’ta Türkiye’nin en büyük Kürt ili Diyarbakır’da Nevruz Bayramı’nı kutlamak için alanı dolduran yüzbinlerce kişiye hitaben okunan tarihi mesajında Öcalan Türkiye hükümeti ile barış sürecine angaje olduğunu teyit etti ve PKK’nın silahlı güçlerinin Türkiye topraklarını terk etmesi gerektiğini açıkladı.

Ertesi gün de İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Türk muadili Recep Tayyip Erdoğan’ı telefonla arayıp filotilla olayındaki operasyonel hatalarından dolayı meydana geldiğini belirttiği ölümlerden ötürü hükümeti adına Türk halkından özür dilediğini ve kurban yakınlarına tazminat ödenmesini kabul ettiğini söyledi; Erdoğan da özrü kabul etti.
Türkiye’nin Kürtler ve İsrail’le ilişkilerini normalleştirme girişimlerine bakıp Ortadoğu politikasında esaslı bir yön değişikliği yaptığı sanılmasın.

Bilakis, bunlar Ankara’nın mevcut Ortadoğu politikasının ana eksenini güçlendiren adımlardır.
Türkiye’nin kendi Kürtleriyle barışmasından başlayalım...
Şüphesiz İran-Bağdat-Şam mihverinin aleyhine olacak bir gelişmedir.

Türkiye’nin kendi Kürtleriyle kalıcı barış ve çözüm yönünde atacağı sağlam adımlar nispetinde Suriye Kürtleri de Ankara’ya ve bunun sonucunda dolayısıyla Suriye muhalefetine yakınlaşacaklardır. Nitekim bu yöndeki gelişmeler birkaç aydır gözlemlenmektedir.
İkincisi ve daha önemlisi, Türkiye’nin Irak Kürdistanı’yla olan ilişkileri derinleşecek, bu ikisi arasındaki ekonomik entegrasyon hızlanacaktır. 

Kürt Bölgesel Hükümeti’nin petrol ve doğalgaz kaynaklarının Türkiye üzerinden, Bağdat’tan bağımsız olarak pazarlanması gibi halihazırda zaten üzerinde çalışılmakta olan opsiyonun gerçekleşmesinin önü açılacaktır. Bu da Irak’ın bölünmesine neden olacak dinamiklerin daha da güçlenmesinden başka bir anlama gelmez.

Neticede, PKK ile barış Şii mihverini Türkiye’ye karşı kullanabileceği önemli bir kozdan mahrum etmekle kalmıyor. Kayıp, bunun da ötesinde.

İsrail’in  özrüne  gelince...

Kimse Türkiye-İsrail ilişkilerinin 2008’e, ya da Davos olayı öncesindeki durumuna dönmesini beklememeli.
Türkiye’deki yeni-İslamcı egemen siyasi kültürün önemli bir oluşturanı İsrail karşıtlığıdır ve bu değişmeyecektir.
Evet İsrail pragmatik bir ülkedir; evet İsrail’in egosu yok diye bilinir ama bu ülkenin kamuoyunda da Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin neden olduğu hayal kırıklığı nispetinde bir “Erdoğan-Davutoğlu nefreti” yerleşmiştir.
İki ülkedeki karşılıklı hasımlık psikolojisi ve güvensizlik ne yapılırsa yapılsın uzun bir süre devam eder.
Türkiye’nin İsrail ve genel olarak Araplar arasında güvenilir arabulucu rolüne bir daha soyunabileceğini beklemek aşırı iyimserliktir.

Ayrıca, İsrail ve Türkiye arasındaki normalleşme sürecinin kazasız belasız ilerleyeceğini öngörmek de öyledir; aşırı iyimserliktir.

Netanyahu’nun yönetimindeki bir İsrail, Filistinlilere muamelesinde Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin şiddetli tepkisine neden olacak eylemlerde bulunmaya devam edecektir.

Özürle başlayan sürecin iki ülkeye en önemli katkısı belki de enerji alanında olacak. Tamar ve Leviathan sahalarından çıkartılacak doğal gazın Avrupa pazarlarına ulaştırılmasında Türkiye doğal köprüdür. Ama bunun için de öngörülebilir, güvence altına ve istikrarlı ilişkiler gereklidir ki bu da mevcut liderlikler altında kolay değildir.

Suriye konusunda Türkiye ve İsrail istihbaratları işbirliği yapabilir ama bu asla açık bir işbirliğine dönüşmez. Türkiye’nin İsrail’i Suriye’den uzak tutmakta stratejik menfaati vardır.

Türkiye’nin Kürtlerle ve İsrail’le ilişkilerini normalleştirmesi Osmanlıcı nüfuz alanı stratejisinin tatbikinde Ankara’nın elini güçlendirmiş ve Şii eksenine meydan okumasını daha mümkün kılmıştır.

1881-38(*_*)_Bitmeyen^Başlangıç--Unknown

Zamanın yeniliklerine ayak uydurmayı kafirlik sayanların bu ZANNI islamı kafirlere esir etmek istemek değildirde nedir?HER SARIKLIYI HOCA SANMAYIN HOCA OLMAK SARIKLA DEGIL BEYiNLEDiR...M.K.ATATÜRK.
«
Next
Sonraki Kayıt
»
Previous
Önceki Kayıt